15 Temmuz 2011 Cuma

Sarıkız ve Peynir

Sarıkız ve Peynir


Güneş kendini tepelerin arkasından yavaş yavaş göstermeye başlamıştı. Anne inek ve boğa baba uyandılar ve yavaş yavaş güne hazırlanmaya başladılar. Güler yüzlü bir çiftçi  ahıra gelerek anne ve babanın sırtını okşadı ve anneyi sağdı. 
-Aferin güzel beneklim benim.  Birazdan sizi yemek yemeye götüreceğim güzellerim, 
dedi  Baba Boğa ve inek anneye.
Küçük Sarıkız uyandığında annesinin gitmeden önce onun için hazırlamış olduğu otlardan yedi.
Henüz minik bir buzağıydı. Annesi ona,eğer güzel bir biçimde beslenirse kendisi gibi besili ve kocaman bir inek olacağını söylemişti. 
Yemeğini yedikten sonra bahçeye çıktı ve biraz dolaşmaya karar verdi. Çok meraklıydı. Her şeyi öğrenmek istiyordu. Bu yüzden sık sık bahçe dışına da çıkıyor, bazen de oldukça uzaklaşıyordu.  Çok defa uzun süre aradıkları olurdu onu. Fakat elinde değildi işte. Hayata olan merakı onu hep gezmeye yeni yerler keşfetmeye davet ediyordu.
Bahçede dolaşırken bir yandan etrafına bakıyor, bir yandan da tatlı tatlı şarkılar söylüyordu. Kardeşleri ahırda oturup annelerinin bıraktığı otları  tüketip tembelliğe devam ederlerken, o yeni yerler dolaşmak için yine bahçeden uzaklaşmıştı bile .
Neşe içinde yoluna devam ediyordu minik sarıkız. Birden adımını atacağı yerden bir ses geldi. 
-Dikkatli ol..ezeceksin beni..
Dikkatle yere baktı. Minik bir fare kendisine korkmuş ve kızgın gözlerle bakmaktaydı.
-Az kalsın üzerime basıyordun. Önüne bakmaz mısın sen?
-Gerçekten çok özür dilerim.  seni farkedemedim. Güzel çimenleri, dağları, güneşi, nehirleri düşünüyordum. Öylece dalıp gitmişim işte.
-Seni affederim. Fakat bir şartım var. 
dedi minik fare. 
-beni sırtında gezdirir misin biraz. Sadece kendi boyumu geçmeyen yerleri görebiliyorum. Böylece ben de o harika nehirleri, ağaçları senin gibi görebilirim.
-Elbette gezdiririm 
diye gülümseyerek cevap verdi Sarıkız. 
-Adın ne 
diye sordu fareye. Fare minik elini uzatarak 
-peynir 
dedi. Sarıkız gülmeye başladı. -Peynir mi. haha..
Minik fare yüzünde beliren utanmış  ve hafif kızgın ifadeyle;
-Babam ve annem bir peynirci dükkanında tanışmışlar da. Ya senin adın ne?
-Sarıkız.
-Sarı olduğunu ara sıra unutuyorlar mıydı acaba.. diye cevap verdi Peynir. 
Peynir'in bu sözü üzerine Sarıkız yaptığı gafın farkına vardı ve özür diledi. Peynir o kadar iyi bir fareydi ki hemen affetti Sarıkız'ı. 
 -Çok sevindim seni tanıdığıma Sarıkız. Haydi şimdi beni sırtına al  da beraberce gezelim.
Sarıkız usulca yere çöktü ve Peynir, kuyruğuna çıkarak oradan da sırtına kuruldu Sarıkız'ın.
O günü beraber geçirdiler. Sarıkız Peynir' e gezdiği yerleri, Peynir de Sarıkız'ın asla giremeyeceği mağaraların içindeki şırıl şırıl akan suları  anlattı. Minik deliklerinden girdiği evlerdeki insanlardan bahsetti. 
Nasıl olduğunu anlamadan akşam oluverdi. Eve dönme saati geldiğini farkeden Sarıkız arkadaşıyla vedalaştı ve evin yoluna düştü. 
Yarı yola geldiğinde bir baktı ki yol geldiği yol değil. Yine kaybolduğunu anlayınca da ağlamaya başladı.  Karşıdan gelen çiftçiyi görene dek de gözyaşları dinmedi Sarıkız'ın.
Eve döndüğünde annesi de babası da çok kızdı ona. Uzaklaşmaması gerektiğini hatırlattılar bir defa daha.
Annesi ve babasını üzdüğü için kendinden utandı Sarıkız, fakat gizleyemediği bir sevinç vardı içinde. Bunu farkeden annesi yanına yaklaştı ve sordu. 
-Mutluluğunun kaynağı bugün geç geldiğin için azarlanman değildir herhalde?
-Hayır anneciğim. Sizi çok üzdüm yine biliyorum. Fakat bugün geç kalmamın sebebi yeni bir arkadaştı.  Bugün peynir isminde bir fareyle tanıştım. Bana hiç göremeyeceğim minicik  ağaç kovuklarından, insanlardan bahsetti. Ben de onu sırtımda gezdirdim. Bilsen ne çok eğlendik..
-Ama kızım, bir fareyle arkadaşlık yapamazsın. dedi annesi. 
Uzaktan konuşmaları duyan babası da geldi yanlarına. 
-annen haklı, dedi.
-Bir fare süt verebilir mi?  ot da yemez.o bizden farklıdır. Bizim gibi de ses çıkarmazlar. Onunla görüşmemelisin.   dedi babası.
Sarıkız bu sözlere çok üzüldü.  Annesi ve babasına bir şey söylemeden gidip yerine uzandı ve uyudu. Söylediklerineyse anlam veremedi. 
Bu esnada Peynir de anne ve babasına Sarıkız'ı anlatıyordu. 
-Tanısanız öyle iyi kalpli ki. Bütün gün beni sırtında gezdirdi. Beraber nehirleri, ağaçları izledik. Gökyüzüne öyle yakındım ki..
-Ama peynir,  O çok büyük"...dedi annesi.
-"Üstelik de bizim gibi bir delikte yaşamıyor.  Ayrıca onların boyu bizden daha uzun ve daha kocaman gözleri var. 
Peynir şaşırdı bu sözlere, "ama" dedi.."Biz çok iyi anlaşıyoruz." 
Ertesi gün Sarıkız yine her zamanki gezilerinden birindeyken Peynir'e rastladı. İkisi de bir önceki gece duydukları yüzünden birbirlerine çekingen davranıyorlar fakat hiçbiri de olanları anlatamıyordu.  
Dostluk ; aynı olmayı değil, birlikte eğlenebilmeyi, sohbet edebilmeyi gerektirmez miydi. İkisi de birbirini ilk günden çok sevmişti. Farklı dünyaları tanıyorlardı birlikte. 
O gün ikisi de bir akşam önceki konuşmalardan hiç bahsetmediler. Kırlarda beraberce koşup oynadılar. Çok eğlendiler.
Akşam gelmekte gecikmedi. Eve dönme vakti de geliverdi.Fakat eve dönerken Sarıkız'ın başına talihsiz bir kaza geldi.
Geç kalmamak için var gücüyle eve koşarken, önünde duran tümseği farketmedi ve doğrudan tümseğin hemen arkasındaki bahçeyi çevreleyen çite ayağı takılıverdi. Ayağı acıyor, takıldığı yerden ne yaparsa yapsın kurtaramıyordu. 
Öylece kalıvermişti. hem ağlıyor hem de zamanında eve dönemeyeceği için anne ve babasının ne kadar çok kızacağını düşünüyordu.  İzinsiz şekilde bu denli uzaklaşması tam bir hataydı. Bunu anlamıştı artık. 
Ait olduğu yer o bahçeydi işte. 
Tam o sırada Peynir'in sesini duydu. "Hey ne oldu sana?"
-Bana yardım et Peynir, ayağım çite takılıp kaldı.
-tek başıma bir şey yapamam ki. Birazdan geleceğim. diyerek koşa zıplaya gözden kayboldu. 
Orada bir başına kalmıştı Sarıkız.  Evine bir varsa, bir daha hiç bu kadar uzaklaşır mıydı. 
Bunları düşünüp kendi kendine ağlarken, önde Peynir ve arkada bir sürü farenin ona doğru geldiğini gördü. Hepsi birden çite tırmanarak kemirmeye başladılar.  
Sarıkız son anda Peynir'in koşarak kendi gideceği yola girdiğini gördü.
O sırada diğer fareler çitin son kalıntılarını da kemirmekle uğraşıyorlardı. 
Aradan çok kısa bir zaman geçti ki Sarıkız uzaktan annesi ve babasınının geldiğini farketti. Biraz daha yaklaştıklarında Peynir'in annesinin sırtında olduğunu gördü. 
-Anneciğim, babacığım..Ne olur beni affedin. Bir daha bahçeden uzaklaşmayacağıma söz veriyorum. 
Annesi yanına geldi ve sevgiyle Sarıkız'a baktı. 
-Ah yaramaz kızım benim. Biz senin gibi meraklı bir çocukla ne yapacağız. Neyse ki Peynir hemen bize haber verdi.  Gerçekten iyi bir arkadaş o. 
Peynir ve Sarıkız bu sözlere çok sevindi. Peynir annesinin sırtından inerek Sarıkız'ın yanına geldi ve Sarıkız da eğilerek Peynir'in sırtına çıkmasına izin verdi. 
-Teşekkür ederim Peynir. Sen olmasaydın o çitte hala takılı kalacaktım. 
O günden sonra Sarıkız anne ve babasına verdiği sözü tuttu ve evden hiç uzaklaşmadı. 
Olayları öğrenen Peynir'in ailesi de çok şaşırdı ve sevindi. 
 İkisi de gün geçtikçe büyüdü. Kocaman birer inek ve fare oldular. Çocukları oldu. Onlar da artık ikinci bir aileye sahiptiler. Bu büyük aile hiç kopmadı ve hayatları boyunca hep mutlu yaşadılar.

1 yorum:

  1. Valla ne yazayım bilemedim ki... Öncelikle şunu belirteyim, öykün fena değil ama öyle aman aman bir öykü de değil. Kendini geliştirmen gerek. Yazını geliştirmen gerek ve bunun için de sanırım bol bol yazman gerekecek...

    Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına...

    1- Çocuklara yönelik hikaye yazmışsın ama sanırım hitap ettiğin yaş kitlesini tam seçememişsin. Bu amaçla öncelikle hitap edeceğin yaş kitlesini seçmelisin. Mümkün olduğunca basit yazmaya çalışmışsın ama kullandığın bazı ifadeler, kelimeler, cümle yapıları çocukları aşıyor ya da daha ileri yaştakilere yönelik.

    2- Dilbilgisi, noktalama, yazım ve imlâ kuralları çalışmalısın. Zira yazında sayamayacağım ölçüde yazım yanlışı var, dilbilgisi hatası var, noktalama yanlışları var. Var oğlu var... Mesela "fark etmek" ayrı yazılır bitişik değil. "Peynir"i özel isim olarak kullanmışsın ama bazı yerlerde küçük harfle yazmışsın. Bazı cümleler küçük harfle başlıyor, çoğu yerde konuşmayı gösteren (") işareti yok. Bir cümlede soru işareti yerine nokta, başka birinde de ünlem yerine soru işareti kullanmışsın. Bir de "hala" değil "hâlâ" olacak... Kusura bakma ama dergi çıkarttığımız zamanlarda bunu bana getirseydin ya bu yazıyı komple yırtardım, ya "düzelt öyle getir" derdim ya da yazın, düzeltmelerden dolayı okunmaz hâle gelirdi.

    Bu kadar yüklendim ama kızmazsın umarım. Ama umudum var gelişeceğine dair. ;)

    Not: Diğer bloguna da bu yorumumu ekledim.

    YanıtlaSil